27 Kasım 2014 Perşembe

Yaşadığını ıspaylayamazsın...


Bir insanın 
nasıl kolay bir şekilde yaşadıklarını 
ıspatlayamayacak hale geldiğini görmüş,
yaşamış ve bilmiş olmanın verdiği acı ile tekrar bir güne başladım...


Tarih: 19 Temmuz 2008
Yer: Aşkabat
Sabaha karşı saat 3e geliyor... Annem evde eşyaları topluyor, bir yandan arkadaşları ile dertleşiyor. Çok hızlı bir şekilde alabileceği neleri varsa almaya çalışıyor... Berk içeride bir şeylerle uğraşıyor, Betul Ankara'da büyük ihtimalle ne olacağını merak ediyor...
Uykusuzum, son bir kaç gündür burnumuzun dibindeki korkakların bize atmış olduğu kazığı sindiremiyorum. Kimse yok, herkes sanki vebalıymışız gibi kaçıyor.. Bir tek sağolsun Ismail abim var diğerlerinin yaptığı şerefsizliği kendine yakıştıramamış...
Usulca odamdan çıktım, piyanomun üzerinden salonda hala eşya toplayan anneme baktım ve görmesin diye sessizce dış kapıya doğru yürüdüm, kapıyı açtım ve en dertli gecelerimi benimle paylaşan, pis kokulu apartman boşluğundan karşımızdaki parkın köşesindeki trafik lambalarına bakan o alçak, ince ve uzun demir parmaklı pencerenin önündeki merdiven basamağına oturdum...
Tadını sevdiğim ve hala bulsam alacağım PINE kutusundan bir dal sigara aldım ve parmaklarımın arasında hafif okşadım.. Bir nefes aldığımda artık bu şehirden, bu ülkeden nefret etmeye başladığımı hissettim...
Bizim elimizden herşeyi alırken onlar, bana ıspatlayamayacağım bir geçmiş bıraktılar...
Neler bıraktığımı düşünürken bir yandan sigaramın bittiğinin farkına vardım ve açık bir market bulup bulamayacağımdan emin değildim.. Vaz geçtim, berduş bir vaziyette eve dönüp, yatağımın içinde iki gün sonra herşeyini buraya vermiş insanları nasıl bu kadar kolay bir şekilde mahvettiklerini düşünerek uyumaya çalıştım.. Ama yeni bir günün başlangıcını pencereden gelen kuş sesleri bildiriyordu...
Bir insanın nasıl kolay bir şekilde yaşadıklarını ıspatlayamayacak hale geldiğini görmüş, yaşamış ve bilmiş olmanın verdiği acı ile tekrar bir güne başladım...

19 Kasım 2014 Çarşamba

Lastikçideki bilgisayar işi yapan psikolog... (Part 2)



Kız kulesinin önünde koşuşturan çocukları sevdim... Ayakkabı boyamaya çalışanıyla, mendil satmaya çalışanıyla... O serin boğaz sularına atlayanıyla... Bu çocukları sevdim...


Sonunda yeni bir maceram başlamıştı; İSTANBUL!

Artık üniversiteliydim, kayıdımı yaptırmıştım ve mutluydum.. O ülkeden kurtulduğum için mutluluğum paha biçilmezdi. 

1 ay boyunca ilk abi evinde kalma serüvenim başladı. Çamlıca bölgesinde bir evde kalmıştım, önce bir yurt göstermişlerdi, ama titiz bir çocuk olduğum için o pis yurdu hiç düşünmemiştim. Bölgenin en güzel evini gösterdiklerinde "İşte burası" dedim, ama başıma gelecekleri daha bilmiyordum...

Eve yerleştim, eşyalarımı yerleştirdim ve benim için kapkaranlık, 4 aylık bir serüven başlamıştı... Kimseyi tanımıyordum, kimseyi bilmiyordum, yol bilmiyordum... Bir kaç hafta sadece evden bakkala gidip geldim, onun dışında odamda hayatta ön kapaklarına bile göz gezdirmeyeceğim kitapları okuyup bitirmiştim. 

Ve sonunda karar verdim, kaybolmadan bir şehir öğrenilemezdi ve bende kaybolmayı tercih ettim.

Namazgah durağından geçen ilk otobüse bindim, beni Üsküdar'a götürdü. Aslında taksiye binseydim o zamanın parasıyla 5 6 lira bir şey yazıyordu ama kaybolmak ve öğrenmek için toplu taşımanın daha faydalı olacağını düşünmüştüm... Deniz kenarına doğru yürüdüm ve ilkeride Kız Kulesinin olduğunu öğrendim, o tarafa doğru yürümeye başladım...

Kız kulesinin önündeki çay bahçesine oturduğumda gözüme orada dolaşan çocuklar takıldı... Bu çocukları sevmiştim. Türkmenistan'da gördüklerim gibi değillerdi, en azından Türkçe konuşuyorlardı... Ayakkabı boyamaya çalışanıyla, mendil satmaya çalışanıyla... O serin boğaz sularına atlayanıyla... Bu çocukları sevdim...

Bir bardak çay istedim, sigaramı yaktım ve kız kulesinin büyüleyici manzarasıyla başbaşa bıraktım kendimi...

13 Kasım 2014 Perşembe

Lastikçideki bilgisayar işi yapan psikolog... (Part 1)


Evet, o deli benim... Ne iş yapıyorsun diye sorduklarında "Psikoloji okudum, lastikçide bilgisayar işi yapıyorum" cevabını veren kişi... Nasıl mı? İşte böyle...;

Her şey 2004 yılının Nisan ayı içerisinde başladı. Shitfull (b*ktan) ülkeden kurtulmak için girmem gereken YÇS (Yurtdışında çalışan çocukları için yapılan yüksek öğretime giriş sınavı) denilen lanet sınava başvuru evraklarını kurcalamam sonucunda karar almıştım... "Psikoloji - EA* (Eşit Ağırlık)" bölümü gözüme çarptı...

Lan benim gibi matematik olimpiyatlarına katılmış, fizik projeleri geliştirmiş, bilgisayar olimpiyatlarında dereceler almış, biyoloji olimpiyatlarında destek olmuş, bilim sergilerinin vazgeçilmez elemanlarından, koro başkanı, piyano derslerinin en iyi öğrencisinin ne işi vardı "Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği" bölümünde?

Eşit ağırlık denilen şeyi araştırdığımda İstatistik, Cebir vs gibi sayısal derslerin olduğunu gördüm sırf bu yüzden seçtim... Geri kalanların hepsi edebiyat, fransızca, ingilizce öğretmenliği, halkla ilişkiler, kamu yönetimi ıvır zıvır...

Osman Özen hocam geldi, "Seç Burak" dedi, bende bunu seçtim.. Sonra öğrendim ki lanet olasıca 5 bölüm daha yazmak zorundaymışım.. Neyse, şu şekilde yazdım;
1. Marmara PDR Türkçe
2. Hacettepe İngilizce
3. Boğaziçi PDR İngilizce
4. ODTÜ İngilizce Edebiyatı Öğretmenliği
5. Marmara Türk Dili ve Edebiyatı
6. Marmara İlahiyat Fakültesi (Mecburen yazdım, başka adam akıllı bölüm yoktu)

Daha sonra bilmemne eğitim ateşeliğine gidip belgeleri verdik, o zamanın parasıyla 40 dolar harç yatırdık ıvır zıvır...

26 Mayıs (Doğum günüm) yine hediyelerle geçti (her zaman standart olan Ankara'ya Uçak bileti, yaz için okuma kitapları, üniversite hazırlık kitapları felan)...

Ankaraya geldim, 1 ay sonra sınava girecektim ama hiç kaygı korku yoktu.. E zaten basit bi sınav, geçerdim ve öyle oldu da.. Sınavdan çıkınca annem benden heycanlı "Nasıl Geçtiii yavruuummmm" diye sarıldı, ben normal şekilde "Hiiç, her zamanki gibi" cevabını verdim.. Ulan hiç mi insanda birazcık heyecan olmaz? Yok arkadaş, gaza gelemiyorum, heyecan yapamıyorum... Sanki yarım saatlik bi ufak quizden çıkmış edasıyla eve geçtik...

Tatil için memleketim Sinop'a gittik, sınav sonucu yazlığa gönderilecekti.. Ağustos ortasında oda geldi, sağolsunlar 180 sorudan 179,75 net ile sınavı kazanmışım... Kağıtta yazıyor;

1. Tercih - Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü

Rümeysa isimli arkadaşımdan sonraki kişi olmuşum (5. sınıfta da bu arkadaş okul 1.si olmuştu, ben 2. olmuştum, lanet olsun bi geçemedim o kızı!). Annem artizlik yapıyor millete, yok böyle bir bölümü ilk kazanan benmişim, neymiş efendim sınavda ikinci olmuşum felan.. Her zamanki halleri işte.. Bende yine heycan meycan yok.... Tabi bi yandan da kızıyor "İngilizceyi sana demedim mi ilk tercihin yap, puanı daha yüksekmiş" bla bla bla... :)

10 gün kadar geçtikten sonra yanılmıyorsam 3 Eylül 2004 Cuma günüydü galiba yola çıktık İstanbul'a doğru.. Ayın 6sında kayıtlar başlıyordu.... Belgeleri topladıktan sonra yola çıktık üniversiteye doğru, acaba nasıl bir yerdi? Kampüsistan dizisindeki gibi bir yer miydi? Yoksa amerikan pastasındaki gibi "cool" bebelerin olduğu yerler gibimiydi? Bunu gitmeden bilemeyecektim ve şimdi arabanın içinde oraya doğru gidiyorduk...

(Devamı gelecek...)