2 Ağustos 2016 Salı

Kendini arayan adam - Part 1



Kendini bulmak istiyorsan, kendin için düşün...
-Sokrates

Sabahın 4'ünde ne işim var uyanık... Kaç gecedir doğru düzgün uyku tutmuyor. Sürekli bir şeyler düşünüyorum. Ne olacak, ne yapacağım, nereye varacağım gibilerinden...

Değişik bir arayış içindeyim. Bulmak için bir çok şey denedim senelerce ama baktım ki daha çok kaybolmuşum...

Şu an saat tam olarak 4:22, evimin balkonundayım. Önümde bilgisayar açık, hafif bir müzik çalıyor... Sıkıntıdan patlamak üzereyim neredeyse ve ne yapacağımı bilmiyorum...

Hayatımda bir çok dönüm noktası yaşadım... Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum...

İlk dönüm noktamı 1991 veya 1992 yılında yaşamıştım. Babam Türkmenistan denilen bir ülkeye iş kurmaya gitmişti, kurdu ve bizi peşinden götürdü... Yeni bir yer keşfetme fırsatım olacağı için çok heyecanlıydım. Hani Amerikan filmlerinde gördüğünüz kocaman 2 koridorlu uçaklar var ya, işte onlardan birisi ile yolculuk yapmıştık... Yaklaşık 4 saat kadar sürmüştü... Müsadenizle biraz daha geriye gitmek istiyorum;

Babam diş hekimiydi, Ankara'da Demetevler'de güzel bir evimiz, babamın eve 2 3 cadde uzakta kliniği ve diş laboratuvarı vardı. Apartmanda ve mahallede bir çok arkadaşım vardı -ki en sevdiğim Arif isminde, babasının fırını olan bir arkadaşımdı. 

Ayrıca üst kattaki Özden teyzenin Özlem diye bir kızı ve Özgen diye bir oğlu vardı, sürekli onlarla evde atari oynar veya dışarıda BMX bisikletimle dolaşmaya çıkardık. O zamanlar biz 5. caddede oturuyorduk ve 1. caddeye o bisikletle gitmek bizim için çok büyük bir şeydi. 

Arif ile birlikte babasının arabasının tavanına çivi çakardık (hatta bir keresinde beni gaza getirmişti, bizim arabaya da çakmıştık, o zaman Mitsubishi Galant vardı babamda).

Aynı zamanda apartmandaki dairelerin çoğuna sahip olan Hasan Dede'nin torunları vardı. İsimlerini pek hatırlamıyorum ama İbrahim gibi bir şeydi, birde ablaları vardı. Yanılmıyorsam Esra veya Esma ismi vardı.

Karşı komşumuz Emin'i hatırlıyorum. Esmer, cılız, iyi niyetli, saf ve değişik birisiydi. Balkonlarımız birbirine yakın ve baya geniş olduğu için balkondan balkona oyunlar oynardık. Az su savaşı yapmadık o balkonda... 

Neyse, konumuza dönelim...

İşte Ankara'da bu sahip olduğumuz hayatı bırakarak gitmiştik Türkmenistan'a...

Uçaktan ilk indiğimde sadece mazot kokusu geliyordu burnuma. Esmer, çekik gözlü, hiç sevecen bakışlar atmayan bir asker-polis ordusu karşılamıştı bizi. Tam hatırlamıyorum ama pasaport kontrolü baya uzun sürmüştü, tabi Esenboğa Havalimanı'ndaki gibi yüksek teknoloji yoktu. Kırmızı bir deftere giren çıkanların ismi yazılıyor, bir kaç yere imza atılıyor daha sonra bir kaç evrak doldurulup bir yere gönderiliyor, biraz terledikten sonra giriş damgasını pasaportunuza vuruyorlardı.

Bu kadarla bitmiyordu tabiki, daha sonra eşyaların kontrolü vardı -ki bu hiç kolay değildi. Tek tek tüm çantalar açılıp, didik didik aranıyordu...

Tüm bu evreleri geçtikten sonra Murat 131'e çok benzer bir Rus arabası ile eve doğru yola çıktık. İnerken alışık olduğumuz görüntü yoktu, sonuçta 7 8 yaşlarındayım ve etrafta bir süre bina görememem beni çok hayretler içinde bırakmıştı ki nihayet benim şehir olarak nitelendirebileceğim büyüklükte binaların olduğu yere gelmiştik. 4 5 katlı binaların arasından geçerken "ne kadar garip bir yer" diye geçirmiştim içimden... Kalacağımız eve geldiğimde çok şaşırdım, koca şehirdeki en yüksek binaların olduğu mahalledeydik (yalan söylemeyeceğim, hayatımda ilk defa bu kadar büyük bina görüyordum).

(Devam edecek...)