26 Kasım 2012 Pazartesi

BAĞLILIK... BİAT... İTAAT ETMEK...



Bu üç zor fiili gerçekleştirmenin en şaşalı yolu Dervişin Mürşidine sunduğu bir zarftır....

....Boş bir kağıt...

....Bir kalem...

....Bir de silgi...

Kağıt ömür demek,

Kalem ve silgi, benim hayatımı Sen yazarsın Sen silersin demek,

Ben hiçim, Azametin karşısında acziyetimin bilincindeyim...


Sen ne yazarsan Güzel....

Sen neyi silersen Güzel demek...

İstediğin gibi yaşat...

İstediğin gibi öldür demek!....

Kalem Kağıt ve Azab



Kalem ve kağıt derdini anlatmak için vardır. Derdini dinleyecek, onunla hemdert olacak bir dosta sahip olmadığında anlayabilirsin ancak bunu. 

Izdırabın çekilmez olduğu hatta dolup taştığı, gözyaşına dönüştüğü anda sarılırsın kaleme. Çünkü derdin zaten birine bir şey söyleyememendir; ancak kalem sen ne söylemek istersen onu yazar daha da ötesi ne sana itiraz eder ne hatanı yüzüne vurur ne dinlemekten sıkılır ne de söylediğinden çekinirsin ona karşı. Böyle olduğundan vazgeçilmezi olur kalem ve kağıt ızdırap çekenin.

Duygular insanlar için vardır. Yeri gelir dolup taşar insanda ve de an gelir –hani derler ya ölü toprağı serpilmiş diye- ruhsuz olur hiçbir şey hissedemez. İnsan mısın yada ne mahluk olduğunun çıkmazına düşer adeta. Aslında her ikisi de insan içindir ama bunları yerli ve zamanlı yaşadığında. İşte böyle anlarda insan kendini anlatmak ister. Derlidir çünkü yada aksine çok sevinçlidir. İnsan bu her ikisini de paylaşmak ister biriyle. Derdini paylaşmak ister çünkü derman arayışı içindedir; sevincini paylaşır ziyadeleşsin diye. İşte her iki anıda paylaşabildiğidir insanın dostu. Paylaştığı ve derman bulduğudur , sevincini arttırdığıdır insanın dostu.

Öyle insan da vardır ki o insan ızdırap daha doğrusu azap içindedir. Daha doğrusu azap içindedir ızdırap değil. Çünkü ızdırap kutsal bir dava uğruna çekilen çilenin insanın vicdanında duyduğu acıdır. Ancak azap öyle değildir. Her ikisi de benzerdir ama aynı değildir. O yüzden biz günahlardan ötürü kabirde çekilen acıya kabir azabı diyoruz kabir ızdırabı değil. 

İnsan vardır ki azap içre yaşar. Ona ne bir dost sözü tesir eder ne bir tabip tavsiyesi. Azaptır ki ona suküt ettirir her şeye karşı çünkü her şey onun için artık hiçbir şey olur. Ölüm dahi bir kurtuluş vesilesi görülür onun gözünde ve o dahi onun ruhunu acıtamaz acıtması gerektiği kadar. O artık dünyada bedenini taşımak zorunluluğunu yüklenmiş cesetten farksızdır. Çünkü o azap içredir. Azap!

Azap arapçada lezzet kelime kökünden gelir. Tat alan anlamına gelir ancak bu bir yemekten, bir içecekten aldığın tat değildir. Bu aşk acısının insanın ruhunda hasıl ettiği melankolik olma halidir. Böyle bir insanının da hayatında artık ne duracağı yer vardır -nerde dursa orası dar gelir- ne elini tutacağı bir sevgilisi ne uğrana yaşayacağı veya ölebileceği bir davası ne de her şeyden öte bir kahramanı. Zaman onun için tamamen doldurulma zorunluluğu olmaktan ibarettir yani yaşaması bu zorunluluktan ibarettir. Böyle bir insanda yaşadığı bu duygusal buhranları tek bir dille dile getirebilir o da; kaderini kendi belirlediği kalem ve kağıt ile.

Zaten belli belirsiz bir çok sıkıtı içinde olan Azab kime anlatsın ki derdini? Birine anlatsan “boş ver takma kafana geçer.” der, ötekine anlatsa kendini anlatmaktan aciz görür kendini karşısındaki anlayamaz daha ötekine anlatmaya çalışsa dinlenemez muhatapsız kalır ortada. Onunda bu yüzden bir dostu yoktur kalem ve kağıttan gayrı. Bu böyleyken nasıl olsun ki? “Nerde dostan gelecek derdine derman?” der ve tek dostunu bulur böylece. 

Azap içre olanın azab içre olan anlar ve bilmiyorum ki böyle bir dertten muzdarip biri yaşar mı bu devirde? Bu yüzden asırlar öncesinde arar kendi gibisini ve de bulur:


söylemek istesem gönüldekini
dilime dolanan ıstırap olur
yazsaydım derdimin ben bir tekini
ciltlere sığmayan bir kitap olur

Azap içre olanın derdi ciltlere sığmaz. Bu dertten muzdarip olan birisi anlatsa anlatsa sayfalarca anlatır. Bu dertten muzdarip olan birisinde anlatsa anlatsa satırlarca anlatır sayfalardan anlamlı. Anlatır ama sesi kalemin mürekkebi muhatabıda kağıt olur. Onuda anlatır ama anlatılamaz olduğunu anlatmak için…

***ALINTIDIR***

Bu şehir girdap gülüm...


Bu şehir girdap gülüm... Girdap olduğunu öğrenmek o girdabın içinde parçalanmana neden olabiliyor... İşte bak, parçaladı... En başından beri parçalamaya çalıştı daha fazla o girdaba direnemedik, direnmedik, sabredemedik, gücümüz bitti...

Dedim ya,
Bu şehir girdap gülüm,
Girdapta mehtap gülüm...
Feleğin bir suyu var,
Su değil kezzap gülüm...
Yezidin harcı zulüm,
Yiğidin borcu ölüm...

Feleğe dayandım gülüm,
Öldüm de uyandım gülüm...
Bu şehir girdap gülüm,
Girdapta mehtap...

23 Kasım 2012 Cuma

Her aşkın bir gelişi vardır



Unutamayacaksın beni..
Her ne kadar uzakta da olsan..
Özleyeceksin ..
Belki sevmeyeceksin..
Belki de hiç istemeyeceksin
Bir daha beni görmeyi..
Oysa ben
Susacağım hep..
Aşka inat.
Sana inat.
Yaşanmamışlara , yaşayamadıklarımıza inat.
Sen
Kararlısın gitmekte
Git.
Şunu Bil istiyorum ;
Gitmekle
Sadece gittiğini sanacaksın
Her aşkın bir gelişi vardır.
Elbet bir gün aşk için yalvaracaksın..

Yunus Emre - Rubailer


1. 
Ey özünün sırlarına akıl ermeyen; 
Suçumuza, duamıza önem vermeyen; 
Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık; 
Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

2. 
Büyükse de isyanım, kötülüklerim, 
Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim; 
Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın 
Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

3. 
Tanrım bir geçim kapısı açıver bana; 
Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana; 
Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni 
Haberim olmasın gelen dertten başıma.

4. 
Rahmetin var, günah işlemekten korkmam; 
Azığım senden, yolda çaresiz kalmam; 
Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm 
Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.

5. 
Derde gama yatkın yüreğime acı; 
Bu tutsak cana, garip gönlüme acı; 
Bağışla meyhaneye giden ayağımı, 
Kızıl kadehi tutan elime acı.

6. 
Akıl bu kadehi övdükçe över; 
Alnından sevgiyle öptükçe öper; 
Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi 
Hem yapar hem kırıp bin parça eder.

 7. 
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri? 
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri. 
Alçakları besler, yoksulları ezer durursun: 
Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.

8. 
Her sabah yeni bir gün doğarken, 
Bir gün de eksilir ömürden; 
Her şafak bir hırsız gibidir 
Elinde bir fenerle gelen.

9. 
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim; 
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim; 
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler, 
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

10. 
Yaşamanın sırlarını bileydin 
Ölümün sırlarını da çözerdin; 
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok: 
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

11. 
İçin temiz olmadıksan sonra 
Hacı hoca olmuşsun, kaç para! 
Hırka, tespih, post, seccade güzel; 
Ama Tanrı kanar mı bunlara?

12. 
Var mı dünyada günah işlemeyen söyle: 
Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle; 
Bana kötü deyip kötülük edeceksen, 
Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

13. 
Felek ne cömert ne aşağılık insanlara! 
Han hamam, dolap değirmen, hep onlara. 
Kendini satmıyan adama akmek yok: 
Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

14. 
Bilgenin yüreğinde her dilek, 
Anka kuşu gibi gizli gerek. 
Damla nasıl inci olur denizde: 
Sedefler içinde gizlenerek.

15. 
Ovada her kızıl lalenin teni 
Bir padişahın kanıyla beslendi. 
Yerden biten şu mor menekşe yok mu? 
Bir güzelin yanağındaki bendi.